13 Aralık 2010 Pazartesi

Tutsak Eden Lütuf: Emzirme

Ne karmaşık, hassas, özel ve anlatılmaz yaşanır bir duygudur emzirmek..Açıkçası bir kadın anne olup, emzirmeden, o büyülü anları yaşamadan, anneliğin o derin adanmışlığını ve o güçlü bağ duygusunu ne zaman kendiliğinden hisseder çok merak ederim. Ama tabi böylesi fiziksel ve bir o kadar ruhsal deneyimde kimyasalların (yani hormonların) yardımını gözardı edemem..

İlk oğlum Ege'yi fazlasıyla idealist davranarak suda doğurduktan sonra -ve sanki onunla birlikte her şeyin yine benim kontrolümde olduğunu düşünerek- hastaneden eve gelişim ve takip eden bir hafta boyunca emzirmeyi öğrenmeye çalışmam, sütümü arttırmak için yediğim kalıp kalıp helvalar (ve beraberinde alınan kilolar!), nasıl olsa direkt kaynağından emzireceğim gerekçesiyle elektrikli yerine alınan elle sağma pompası ve peşinden oluşan ilk çatlak...doğumda çektiklerimin yanıma kar kalacağını düşündürtmüştü bana ilk etapta...

3 Aralık 2010 Cuma

FERBER VE BİZ


Bu hafta, bebeğin kendi kendine uyuması için eğitmeyi amaçlayan meşhur
 Ferber Metodunu denedik Cihan'da..Daha doğrusu metodu kendimize uyarlamayı denedik demem yerinde olacak sanırım. Dr.Ferber'in bulduğu bu metot aslında gerçekten katı ve herkesin uygulayabileceği bir metot değil. Çünkü, linkte de okuyabileceğiniz gibi, özetle, bir uyku rutini oluşturup, bebeği yatağına yatırmak ve uyuyana kadar ağlamasına göz yummak ve bu arada da arada bir yanına gidip kucağa almadan teskin etmekten ibaret bu metot. Ben internetten satın aldığım bir kitapta anlatılan benzer bir yöntemi denemiştim Ege'de. O zaman o da 9-10 aylıktı. Ve hatırlıyorum neredeyse 1 saat kadar ağlamıştı :( Ama yine de olmamıştı, hem ben dayanamadım, hem de bizimki fazla inatçı çıktı..

1 Aralık 2010 Çarşamba

YÜZ YOGASI

 Yoga'nın spiritüel olduğu kadar bedensel alandaki faydalarını hepimiz biliyoruz. Buna tabi ki yüz yogası yani yüz için yapabileceğimiz egzersizler de dahil. Botoksa karşı değilim ama yüz için daha doğal yöntemler her zaman tercihim. Gelin dilerseniz bu egzersizler nasılmış bir bakalım...

28 Kasım 2010 Pazar

ÇIMLENDIRME VE ILK ESMER SEKERLI AYVA TATLIM

Şifalı bitkiler ve besinlerden maksimum faydalanma yollarıyla ilgilenmeye başladığımdan beri, çimlendirme ya da diğer deyişle filizlendirmeyi kendim yapmayı hep erteledim, bir türlü kısmet olmadı. Halbuki zor bir şey de değil, ilkokul zamanından hatırlarsınız, hani şu meşhur fasulye çimlendirme deneyi vardır ya pamukla örtülerek yapılan :) Nihayet daha evvelden almış olduğum organik buğdayın bir kısmını geçen ay çimlendirmeyi başardım ve gerçekten bu kadar kolay elde edilebilen bu denli kuvvetli ve besleyici bir şeyi daha evvel yapmadığıma hayıflandım.

21 Kasım 2010 Pazar

BAYRAM DÖNÜSÜ YABANI MANTAR VE TAZE MAKARNA SEFASI

Bayramı geride bırakırken bagajımızı pazar torbalarıyla doldurup döndük şehree...Pazarda neler yoktu ki, her tür sebze, ot, meyve, baharat, yağ..ne ararsan..Aldıklarımı pişirme sırasına sokarak, ilk olarak aldığım bal kabağını pişirdim. Ama bizimkinden farklı, daha yumuşak ve sulu olduğunu unutarak az kalsın yakıyordum zavallıyı :( Neyse onu hafif yanıklarla atlatarak (allahtan zaten hafif yanık severim) sırada bekleyen doğal kayın mantarına geçtim ve taze makarnayla beraber kremalı mantar soslu makarna yapmaya giriştim. Aydın/Kuşadası mantarını ve nasıl pişirdiğimi merak ediyorsanız, işte fotoğrafları..

13 Kasım 2010 Cumartesi

KURBAN BAYRAMI...

Bayram Bayram Bayram.. Bu kelimenin benim için şu anda ne ifade ettiğini anlamaya çalışıyorum. Bir kere Dini ve Ulusal olarak iki ayrı kutlama ifade ediyor, ama benim için Bayram kavramı çok daha ütopik ve erişilmesi güç. Benim idealimdeki Bayram'a en yakın Bayram sanıyorum hep 23 Nisan oldu, gerçek bir kutlama!..


Önümüzdeki hafta Kurban Bayramı'nı kutlayacağız biz Müslümanlar. Sizce Dini Bayramlarımız gerektiği gibi kutlanıyor mu günümüzde? Diyeceksiniz ki eski Bayramların tadı yok.. Eh, neyin tadı var ki eskisi gibi? Öncelikle azalan manevi değerler, ki bunun suçlusu insanoğlu değil, eğilimler ve güç dengeleri.. Ama Dini Bayramları hala eski tadında kutlamak elimizde iken neden yapmıyoruz?


Şimdi...kusura bakmayın popülist olamayacağım ya da nabza göre şerbet veremeyeceğim. Küresel olarak "Din" in artık bir amaca hizmet etmediğini düşünüyorum (politika hariç!..). Lütfen sözümü inançla karıştırmayalım, herkesin inançları vardır ve hepimiz biliyoruz ki aynı dinden olsalar bile iki kişinin inançları bir değildir. Din'in görevi bu inançları ortak bir paydada buluşturmak, kavuşturmaktır.  Peki, o halde Kurban Bayramı ne amaca hizmet eder olmuştur? Ne ölçüde insanları bir araya getirmektedir? Ya biz bir şeyleri yanlış yorumluyoruz ya da insanlık başka bir yönde ilerliyor.. Marketlerde etler çürürken, bir hayvan satın alıp, kesip, etini de zaten her gün et yiyen konu komşuya dağıtmak mıdır mesele? Bilincin katmanları olduğu gibi, inancın ve eylemin de katmanları vardır. İçi boş eylem kime ne fayda sağlar?


Bu öyle bir solukta irdelenip, çözüme kavuşacak bir konu değil tabi ki, hele de benim tarafımdan, haşa! Ama dilerim Bayram kavramının herkesin yüreğinde daha derin, daha manidar bir anlamı olsun, ve kalıpları, yorumları bir kenara bırakıp, yüreğinden nasıl geliyorsa öyle kutlasın, eylemini yüreğinden gelenle doldursun..


Herkese İyi Bayramlar Olsun!..


12 Kasım 2010 Cuma

KATKI MADDELERI

Gıda ürünlerinin ambalajlarını mutlaka siz de inceliyorsunuz dur diye düşünüyorum. Ben aşağıdaki yazıya ulaşana kadar içerik etiketinde E harfi ile başlayan ve üç rakam gördüğüm her üründen uzak duruyordum ama en azından içlerinde zararsız olanları da varmış. Yine de hepsinden uzak durmakta fayda var tabi ama alttaki resme tıklarsanız açılacak sayfada detaylı olarak bu maddelere ve kullanıldıkları yerlere ulaşabilirsiniz. En azından bilinçli olarak satın alır, ne kadar tüketeceğinize kendiniz karar verirsiniz. Sağlıklı günler dilerim.


5 Kasım 2010 Cuma

30 Ekim 2010 Cumartesi

YINE GEÇ KALDIM...

Birkaç yazı öncesi burada Homeopatik Diyetim başlığı altında paylaştığım, okuduğum Dr.Simeons'un "Pounds and Inches" kitabı üzerine Amerika'dan homeopatik formunu bulup getirttiğim hCG içeren spreyi birileri benden önce (ve benim düşündüğüm gibi) damla formunda getirtmiş. Böylece, ne zaman Türkiye'de olmayan bir şey keşfetsem daha uygulamasına geçemeden başkaları tarafından uygulanan fikirlerime bir yenisi daha katılmış oldu, hayırlı olsun!




Yalnız bu diyet gayet bilimsel -denenmiş-sonuç alınmış- olmakla beraber, bünyesinde bazı incelikleri barındırıyor. Örneğin kalori alımının günde 500'e düşürülmesi ve bazı sebeplerden deodorant, krem gibi kozmetiğin dahi kullanılmaması gibi. HCG ne de olsa bir tür hormon, bileniniz vardır gebelik döneminde kendiliğinden artan ve düşüğü önleyen bir hormon. Benim aldığım ve burada da satışa başlanan türü homeopatik , dolayısıyla içinde sadece eser miktarda hCG mevcut. Bütün bunlardan bu Türk sitesinde bahsedilmiyor tahmin edebileceğiniz gibi..Dolayısıyla bilemiyorum bu şekliyle sonuç alınabilir mi veya bir yan etkiyle karşılaşılabilir mi..


Spreyim hala dursa da, bu diyeti tekrarlama niyetinde değilim, çünkü çok daha güzel ve zevkli bir metot keşfettim: Herbalife! Eminim duymuşsunuzdur ya da kullananı biliyorsunuzdur, ama bizzat kullanmadığınızdan da eminim çünkü hala yeterince yaygın değil ama inanıyorum ki önümüzdeki senelerde özellikle kilo kontrolü açısından ön plana çıkacak. Ben ürünleri kullanmaya yakında başlıyorum ve sonuçlarını buradan paylaşacağıma emin olabilirsiniz.


Herbalife ürünlerini merak edenler kittamamma@gmail.com adresime mesaj atabilirler.


Sağlıklı günler dilerim..









29 Ekim 2010 Cuma

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun! Daha Nice Nice Senelere!..


28 Ekim 2010 Perşembe

Annelik ve Kariyer

Zamanımıza damga vuran sloganlardan biri "Çocuk da yaparım kariyer de!"...Hatta eminim yakında "Tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan?" bilmecesi gibi tam bir ikileme ve çıkmaza dönüşecek bu slogan..


Çocuğum olana kadar ben de bu denklemin bir parçası değildim ve çocuk ve kariyerin çok da kesişeceğini düşünmüyordum. Ta ki ilk oğlumu dünyaya getirip, gayet güzel ilerleyen kariyerimi 4 aylık izin sonrası 6 ay daha ücretsiz izin kullanarak kopma noktasına getirene kadar..


Oğlum 1,5 yaşına geldiğinde bir iş bulup kariyerimi bir noktadan yakalama fırsatım oldu, tabi bedelleri ve kayıplarıyla birlikte..İkinci çocuğumuzu yapma kararı aldığımızda ise, zaten sekteye uğramış olan kariyerimin esamesi okunmuyordu artık..


Ve gelelim şimdiye..İki çocuklu bir anne olduktan sonra, aynı durumda olanlar bilir, her şey bir üst boyuta taşındı. Dertlerle birlikte alınan keyifler de arttı. Şimdi oğlum 10 aylık ve ben daha evvel gözden çıkardığım kariyerime dört elle sarılmaya hazırım. Neden mi? Şöyle bir düşününce, bir kadın için genel olarak çalışmak zaten hayatının her safhasında olan ve olması gereken bir şey, ama benim açımdan ele alırsak;




  • Anladım ki, anne olunca, çocuklara karşı duyduğun sorumluluğun çok daha fazlasını kendime karşı duymalıyım..

  • Üretkenlik ve yaratıcılık bir şeyleri tekrar etme ve kopyalama hali aldığında durup bir daha düşünerek harekete geçmeliyim..

  • Çocuğuma kumbara alışkanlığı edindirdiğim gibi, kendime de birikim yapabilmeli (bilgi+beceri yönünden) ve bu birikimi pozitif olarak çocuklarıma aktarabilmeliyim..

  • Kalite zaman diye kimsenin dilinden düşürmediği şeyi, çalışarak belki daha da verimli şekilde kendi hayatıma uyarlayabilirim..


Sonuç olarak, benim de çalışan bir anne tarafından büyütülmüş olmam bana çok iyi bir örnek teşkil ediyor çünkü iyi taraflarını ve kötü taraflarını birebir yaşamış biri olarak, durumu her açıdan daha iyi bir hale getirme imkanı sunuyor bana.


Evet, beni hayatımda daha önce hiç yaşamadığım yoğunlukta bir süreç ve ötesi bekliyor ama itiraf etmeliyim ki bu beni oldukça heyecanlandırıyor.


Peki sizin hayatınızda annelik ve kariyer hangi noktalarda kesişip, hangi noktalarda kopuyor? Ya da sizin için ya hep ya hiç mi? Yorum olarak paylaşırsanız çok sevinirim..

25 Ekim 2010 Pazartesi

Türkçe Devam ve McDonalds!!

Bir süredir bloguma yazamadım, son zamanlarda bilgisayar başında artan vaktimi daha da artırmak istemedim çünkü bu zaman maalesef çocuklarımdan çalınan bir zaman oluyor..Neyse, bu arada tekrar Türkçe yazma kararı aldım çünkü blogumun ancak kendi ülkemde değer kazanacağını düşünüyorum. Globalleşmeyi sonra düşünürüz :D


Bu yazımda fast food ve özellikle McDonalds'la ilgili bir deneyi paylaşmak istedim.



Manhattan'lı bir sanatçı Sally Davies bir McDonald's Happy Meal'ını altı ay boyunca her gün fotoğraflamış ve altı ayın sonunda bile aynı tazelikte! kaldığını görmüş.


Ama anlaşılan Davies'in öğrenmesi gereken birşey daha var. A Hamburger Today dergisine göre bir beslenme danışmanı ve wellness eğitimcisi olan Karen Hanrahan bir McDonalds hamburgerini 1996'dan bu yana! evet tam 14 yıl boyunca saklamış. İşte o hamburger, resimde solda, sağdaki taze! olanı ile neredeyse aynı görünüyor!



İnanılmaz ama gerçek..hem de acı gerçek..


Buna ilave edebileceğimiz yiyecekler arasında:




  • chicken nuggets (inanın bana içinde neler olduğunu bilmek istemezsiniz!)

  • gazlı içecekler (yüksek fruktozlu mısır şurubu (HFCS), benzene, aspartame gibi zararlılığı yüksek maddeler içerir)

  • patates kızartması (en kötü cinsinden yağ diyebileceğimiz yüksek oranda rafine olmuş ve genetiği değiştirilmiş Omega-6 yağ asidi, örnek olarak mısır, canola, soya fasulyesi yağı içerir)

  • Kahvaltı tahılları (yine HFCS yani yüksek fruktozlu mısır şurubunu gizli olarak içerirler, ek olarak da yine genetiği oynanmış tahıllar da cabası)


Genel olarak tüm işlenmiş yiyecekler desek daha doğru olacak galiba :(

Asıl soru şu: Gerçek besinleri nasıl ayırt edebiliriz?


Bunun için, gerçek besinde neredeyse olmazsa olmaz olan özellikleri sıralayabiliriz:




  • Yetiştirilmiş olmak

  • Değişken kalite

  • Çabuk bozulma

  • Hazırlık gerektirir

  • Canlı renkler, zengin dokular

  • Kendinden aromalı

  • Toprak ve yöreyle güçlü bağlantı


Yazımı bir kitaptan alıntı yaparak bitirmek istiyorum (ne yazık ki yazarı aklımda değil): "Kısaca, toprakta yetişmemişse ve bir annesi yoksa, yemeyin!"


Galiba o kadar basit..

 

8 Ekim 2010 Cuma

These boots are made for walking...

 


It's raining, it's pouring..that's how it was today in Istanbul and seems it will not go away any time soon. This morning, Ege and I put on our rain boots (his so-called "frog boots") , grabbed our umbrellas and headed to his school. So what, you might say..Well, here in the big city of Istanbul we don't walk (and we don't jog either), okay, there are some few who do walk, that is to get fresh Bosphorus (our well-known Strait between Black Sea and Marmara) air, but other than that no thanks, we have our fancy expensive cars to ride us around :) Just like that, we got out in the pouring rain (more than pouring say showering) and it was sooo cool! :) to feel the brisk air, fresh smells from the gardens, rooomantic!......


But I have to admit this romance cannot last for long or else gimme a medal pliiz! I plan to keep on walking him to school till month's end and register him to the school shuttle next month onwards, but as we put it:


"you can't rely on the weather AND the girls of Istanbul!" :D

7 Ekim 2010 Perşembe

Breakfast at Kitta's :)

Hi there! For those who came across my site from across the globe and don't know what the heck I'm talking about really :) Here's something identical to my culture (which is Turkish): our very own breakfast! I invited some of my girl friends over this morning and we hadn't got together since last spring.


So, here's our yummy breakfast: You might get surprised to see tomatoes in the raw, olives (all types), white cheese (worldwide known as feta cheese), kashkaval cheese, our version of clotted cream of milk and honey aside, home made (mostly but not in this case) fruit jams, delikatessen (ham or turkish pepperoni occasionally), simit (our special bagel with sesame seeds), our fluffy white-flour bread (which I don't eat anymore and prefer whole-wheat instead as seen here), aaand last but not least: chai! (tea as you might have already heard). And green jasmine tea for more tea pleasure ;)


Okay, my photos have been taken when the table was just prepared and does not show all the stuff listed above but you might get an idea of how it was when we girls all got down munchin' :)



6 Ekim 2010 Çarşamba

Our New Home Budget Keeping Tool

Okay, here's my first attempt to blog in english, which I'm not sure how will turn out but hey, no big deal :)

I used to keep our monthly budget on my computer but then quit at some point because it was too time consuming and the tool I used was not so easy to use. Well, I want to show you the tool I'm using now, and I'm happy with it so far and I think it is very user-friendly. Here's a shot from it's demo:



And good news, it's free to use! Plus, you get the turkish version and turkish currency! (what more can you ask, eh? :)) There are also two other versions, Home and Pro that you can buy at a reasonable price. But personally I don't think I will need to buy it..

For those who are interested, the download link for this budget tool:
http://www.financessoftware.com/

So, new budget, new tool, makes you hope to add some more figures on the incomes section :D



29 Eylül 2010 Çarşamba

Safety Check!

Duyuru: 4 gün önce başladığım homeopatik diyetim 2.4 kg vermemle devam etse de, içgüdülerim ve bilimsel verileri göz önünde bulundurarak, emzirme ertesine ertelenmiştir! :( Bu konuyla ilgili olarak La Leche League'in bu sayfasına bakabilirsiniz:

http://www.llli.org/FAQ/lowcarb.html

Onun haricinde, yazılarıma ingilizce devam etme kararı aldım, bu hem benim için hem yabancı konuklar için iyi olacaktır, globalleşeyim ben de bari :)))

Happy blogging everyone! :)

25 Eylül 2010 Cumartesi

Homeopatik Diyetim Başlıyoooor!

Bu çok önemli haberi ilk sizinle paylaşıyorum (okuyan dostlarım :)) :

İlerde ayrıntılarına gireceğim ve ilk iki fazı 43 gün sürecek olan homeopatik ilaç (ki aslında ilaç denemez) destekli diyetimin Faz 1 2.günündeyim. Bu 2 gün çok zor çünkü çok yemem gerekiyor, hem de en kalorilisi en yağlısından :) Hal böyle olunca inanın insanın yiyesi gelmiyor, tam tersi sürekli tok hissediyorum. Neyse, umarım Faz 2 umduğum gibi geçer ama dikkat etmem gereken de birçok nokta var, öyle ki nemlendiricimi bile su bazlı olanla değiştirmek zorunda kaldım ve hatta diş macunumu! Nasıl gittiğini buradan size bildireceğim ve 43 gün sonunda önce/sonra fotolarımı yayınlayacağım


(umarım :))

23 Eylül 2010 Perşembe

Bedene Uygun Kot Seçimi

 


Kot..ne kadar hayatımızın içinden bir parça değil mi? Cihan'a aldığım puset bile hip kot kumaşından :) Ben doğum sonrası tayta takık olduğumdan şimdi de jegging (tayt gibi saran jean)'e takıldım, bu sene de şansıma çok moda..Ama jean başlı başına modanın vazgeçilmez parçası zaten..


Peki ne tip kotlar hangi vücut şekillerinde güzel duruyor, benden size birkaç tüyo:


Geniş Kalçalar: Alçak-yarı yüksek bel almalı. Yüksek bel kumaşı arttırarak arka kısımda daha fazla kumaş görünümü yaratır. Küçük arka cep detayı kalçanızı olduğundan büyük gösterecektir. Rahat oturan modelleri tercih edin.


Kısa Bacaklar: Koyu renk ve düz kesim kotlar bacak boyunu uzatır. Yarı yüksek-yüksek bel idealdir. Kot boyunu da topuğunuzun en az yarısına gelecek kadar uzun tutarsanız tamamdır.


Armut tip: Paçaları daralan, skinny ve taşlanmış kotlardan uzak durmalıdır. Biraz bol paça (ama ispanyol değil!) ve çok bol olmayan ama rahatça üzere oturan bir kesim idealdir.


Benim durumumda (yani her taraftan yuvarlak :) iseniz, yarı yüksek bel, düz kesim (boot-cut da olabilir) ve sıkmadan saran bir kesim size uygun olacaktır.


Kotun kesimini daha iyi anlayabilmek için; kotu yere yayın ve bir bacağı yarıya kadar katlayın. Eğer paçası yarıdan geniş ise boot-cut veya flared (ispanyol) paçadır (genişliğe bağlı olarak). Eğer aynı genişlikte ise straight yani düz kesimdir. Daha geniş ise skinny veya cigarette olabilir.


Kesim türleri ve denim sözlüğü için ilovejeans.com sitesini inceleyebilirsiniz:


http://www.ilovejeans.com


 


 


 

21 Eylül 2010 Salı

Marzipan...mmmm....

Bu aralar marzipan'a yani badem ezmesine takmış vaziyetteyim. Nasıl mı başladı, Şeker Bayramı'nda tabi ki :) Kahve Dünyası'ndan (tercih etmesem de kendilerini) marzipanlı çikolata almıştım, alalı daha dakikalar olmadan bitirmiştim! hatta Cihan da en az benim kadar yemiş olabilir :))

Dün Migros'ta sadece Richter'inkini bulabildim ki o biraz acı badem gibiydi. Yani hala aşermekteyim :) Olur da ziyaretime gelirseniz artık ne almanız gerektiğini biliyorsunuz :))

Bu arada şimdi okullu olan tüm çocuklarımıza hayırlı uğurlu olsun, bol başarılar diliyorum...

20 Eylül 2010 Pazartesi

Hors-d'œuvre :)

Eveett..Blog'uma bugün yaptığım güzel bir keşfi yazarak başlıyorum...

Bu keşif bir yer, ne denli meşhur veya değil bilemiyorum ama Aksaray'da güzel kebapçıların olduğunu daha önce duymuş olmama rağmen bir türlü gitmeye fırsat bulamamıştık. Gittiğimiz kebapçının adı Doyum Ciğer ve Kebap Salonu. Kendine özgü salaş ve güneyi hatırlatan bir havası var. Amaaa...söz yiyeceklere gelince nereden başlayacağımı bilemiyorum! Basit mercimek çorbasından tutun da, sulu ezmesi, ayranı, adanası, patlıcan kebabı, tavuk şiş, ciğeri ve ve ve künefesi, hepsi ama hepsi tek kelimeyle harika..Ne yalan söyleyeyim böylesini en son geçen sene Antep'e gittiğimde bile yememiştim diyebilirim!..

Yani uzun lafın kısası, tadı damağımda kaldı ve tekrar gideceğim günü şimdiden iple çekiyorum. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, evet saydığım onca yemeği eşim ve ben bir de 5 yaşındaki oğlumuz (ki o da ne yediyse) silip süpürdü! Ve böyle bi ziyafetin sonunda 50tl kadar cüzi bir hesap ödedik. Ağzı sulananlar için yerleri Sofular Mahallesi Ragıp Bey Sokak'da..

Demişken, blog'um tüm izleyenlerime (yani gelecekteki :)) ve bana hayırlı olsun diliyorum :)

Yakında, merak edenler için yeni aldığımız Jane Sonic marka puset görüşlerim ve başka faydalı ve değişik bulacağınızı umduğum konularla burada olacağım. Hoşça kalın! :)
 
Blog Template by Delicious Design Studio